Kendimizi Fark Etmek
Avuçlarımızın içinden kayıp gidiyor kimliğimiz.
Önce anne babamızın; bizim için fikirleri ile kesip, duyguları ile biçtikleri çocuk kimliklerini giydik. Sıcak tutan, koruyan, hep sevilmemizi sağlayan kimliklerdi. İyiydi iyi olmasına da, oturmadı hiç üzerimize. Çünkü bizim üzerimize değil kendi hayallerine biçilmiş bir kaftandı bu kimlikler. Ya bir beden büyük geldi bize, büyük büyük görevler yükledi omuzumuza ve biz daha büyümeden ezildik bu hayallerin altında. Ya da çok küçüktü karakterimize bir türlü kendi ayaklarımızın üzerinde durup büyüyemedik. Hep bir şımarık, kendini beğenmiş ve bir işi beceremeyen birisi olduk.
Sonra okula başladık ve öğretmenlerimiz, milli eğitimin kalıplarına döktü bizi. Eğitim sisteminin çarklarından geçebilmemiz için demir döver gibi dövdüler hayallerimizi. Daha dün parkta oynadığımız arkadaşlarımızın rakip olduğunu ve onlarla birlikte değil onlardan önde olduğumuzda başarılı olabileceğimizi yazdırdılar okuma fişlerimize. Tek tip giyinip, tek tip yurttaş olmak için büyüdük tek tip sıralarda.
Bu aşamada pes edip bırakanlar daha erken tanıştı patron zihniyetleri ile. Okulu devam ettirenler için de geç ve acı bir tecrübe oldu iş hayatı. Aslında iş dünyasında da olaylar çok farklı değil bakıldığında. Maalesef bir çok yönetici kendi kafasına yatan kişilerle çalışmayı tercih ettiği için bu sefer de kendimize ulaşmadan, tam da kendimiz olmayı planladığımız anda, yöneticinin kafasındaki personel oluverip çıktık çoğumuz.Hele bir de kurumsal müşterileriler ile birlikte çalıştığınız bir işiniz varsa, bir de müşterinizin kafasında ki siz olmanız gerekir. İçimizdeki insanı unutup bizi yaptığımız iş ve makamımız ile yargılıyor insanlar. Baştan başa bir insan olduğumuzu unutup, mesai saati içinde ve dışında tek tip bir ruh hali giymemiz bekleniyor bizden ve biz ne gördüysek yöneticimizden bu işin adabında var diye alt kadrolarımıza (ya da ileride yönetici pozisyonuna geldiğimizde) aynı şekilde davranmaya devam ediyoruz. Hatta o kadar alışıyoruz ki bu davranışlara kendi karakterimizin bir parçası haline geliyor. Askerde devrecilik yapıyoruz bu yüzden ( Askere önce gidenin, sonra gelene istediğini yaptırması ) ve her seferinde daha da uzaklaşıyoruz kendimizden ve insanlıktan.
Bu konu bir çoğunuzun duymuş olduğu, G.R Stephenson'ın beş maymun testine dönüyor belirli bir süre sonra her geçen gün kendimizden biraz daha uzaklaşıp sistemin istediği et parçaları oluyoruz;
G.R Stephenson'ın beş maymun testinde, ortaya bir merdiven koyulmuş, merdivenin tepesine de iple bağlı bir salkım muz asılmış bir kafese, beş maymun koyarlar. Bir maymun merdivene çıkıp muza ulaşmak istediğinde dışarıdan hepsinin üzerine soğuk su sıkarlar…
Her maymun aynı denemeye giriştiğinde hepsi buz gibi soğuk su ile ıslatılır. Bütün maymunlar bu denemeler sonunda ıslanmayı tecrübe etmiş olurlar. Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır. Bir süre sonra maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun konur. Yeni maymunun ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler.Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha kafesten alınır ve yerine yeni bir maymun konur. Ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer. Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. Üçüncü yeni gelen maymunda ilk atağında cezalandırılır. İlk gelen iki maymunun yeni geleni niye dövdükleri konusunda bir fikirleri yoktur ama dövmektedirler.Son olarak da kafesteki ıslanan son maymun olan dördüncü ve beşinci de değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbir maymun merdivene yaklaşıp muzları almak için hamle yapmamaktadır.
Biz buna Negatif öğrenme diyoruz devrecilik örneğinde olduğu gibi. Bizde sebebini bilmeden insanların duygularına,hayallerine, kariyerlerine eziyet ediyoruz.
Bu yüzden bakkala diye çıkıp gelmemek istiyoruz. Sırf bu yüzden alıp başımızı gidesimiz var (başkalarının kafaları ile yaşamaktan bıktığımız için) Sadece bir ceket tüm varlığımızı temsil ettiği için ceketimizi alıp geri kalan her şeyi bırakabiliyoruz. Birikimlerimize,emeklerimize,duygu ve hayallerimize bir sünger çekip, ceketi alıp çıkmak sadece... Ege de bir mekan açıp yaşama hayalleri, bir dağ evinde hayatını devam ettirme düşünceleri hep en cazip fikirler oldu bu yüzden.
Kimliğimizi korumanın yolu ise öncelikle kimliğimizi tanımaktan, bir kimlik sahibi olmaktan geçiyor. İnsan önce kendini tanımalı ve bilmeli, egolarından, koltuğundan,makamından,kartvizitinde yazan unvanından, ailesinin gücünden,mezun olduğu okulun etiketinden, giydiği kıyafetin markasından sıyrıldığında kendini görebilir insan. Sadece. o zaman kendi olabilir.
Kendimizi fark ettikten sonra yeteneklerimize ve yatkınlıklarımıza uygun sevdiğimiz, sevebileceğimiz iş dalında çalışmak olmalı önceliğimiz.Çalışma hayatımızda değişime açık olmak kadar, kişiliğimize ve karakterimize de bir o kadar sahip çıkmamız gerekiyor. Etik kuralların da her zaman yasal kurallar kadar önemli olduğunu unutmamak gerekiyor. Çünkü her yasal durum, etik olmayabilir.
Unutmayalım! ekip arkadaşlarımız, kartvizitinizdeki unvanı bıraktığımızda bize olan saygıyı bırakıyorsa. Kişiliğimizde sadece bir kartvizitten ibarettir...
Esen Kalın...
Oktay KENDİRCİ