İş Yerinde Personel Yaklaşımı ve EGO Savaşları
Açık kapı iletişim modelleri, 360 derece değerlendirme anketleri, çalışan memnuniyeti anketleri, toplam kalite belgeleri falanlar filanlar...
Eğer Yöneticileriniz arasında, kendine bağlı olan ekip arkadaşları üzerinde egosunu tatmin etmeye çalışan ya da çalışanlar varsa.Birde bu yöneticilerin kendini geliştirmek konusunda ki kör noktası, uzay boşluğu kadar olmuşsa ve bu yöneticinize geri bildirim verdiğinizde, şiddetle direnç göstererek kabul etmiyorsa. En üste bahsettiğimiz modellemeler için boşuna para harcayıp durmayın. Şirketinizin bu kişilerin bir çiftliği haline geldiği gerçeği ile yüzleşme zamanınız geldi demektir. Bu yöneticiler ile konuştuğunuzda, size ne kadar insan odaklı olduğunu anlatır da ağzınız açık kalır. Bu yöneticilerin kim olduğunu öğrenmek için çalışanlarının dilinden onları dinleme fırsatları oluşturun. Kapınız açık beklemeyin, siz gidip kapılarını çalın...
Bu tür yöneticiler, geri bildirim verilmek istendiğinde;
- "Ya öyle diyorsunuz ama kazın ayağı öyle değil. Burada bunu uygulayamazsınız",
- "Bunlara güven olmaz, ben takip etmesem hemen üç kağıt yaparlar",
- "Teoride her şey kolay ama pratikte öyle olmuyor bu işler." şeklinde ifadeler ile savunmaya geçen. Hiçbir şeyi kabul etmeyen sadece kendi yoluna ve kendine güvenen aşırı öz güven sahibi biridir.
Bir eğitim düzenleyerek, bu insanları eğitime dahil etmek istediğinizde; 'Gelsin ona ben anlatayım' 'Bana ne öğretebilir ki?' diyerek kendi duvarlarını öyle bir aşırı özgüven ile örer ki, kendi cehaletini bile göremez. Hayatımızın sonuna kadar cahil kalacağımız, ve ne kadar öğrenirsek öğrenelim cahil öleceğimiz gerçeğinden habersiz yaşar hayatı. Ben kendi konusunda ahkam kesip, zorla yetenek ve yetkinlik sınava soktuğumuz ve "bu sınav benim bilgime,deneyimime hakarettir" diyen birçok yöneticinin, ilgili sınavlarda ortalamanın altında puanlar aldığına çok şahit oldum.
Bu dirençle karşılaştığım arkadaşlar olduğunda, hep aklıma Michelangelo'nun bir hikayesi gelir. Bazen de bu hikayeyi direnç gösteren arkadaşlara anlatırım.
Michelangelo, 80'li yaşlarında geldiğinde, artık gözleri büyük oranda görme yetisini kaybetmiştir. Sistina şapel'ine her sabah öğrencilerinin yardımı ile gider. Oradaki heykel ve resimleri elleri ile kontrol ederek gününü geçirirmiş. Bir gün şehrin zengin ve ukala bir sosyetiği Michelangelo'nun bu halini görür ve ona yaklaşarak;
- Sen iyi bir heykeltıraş ve ressam olduğunu papa'ya, vatikana ve tüm dünya'ya ıspatladın. Daha neyin gayreti içerisindesin? Bu yaşa kadar kazanabileceğin parayı da,itibarı da kazandın. Artık keyfini sürmen gerekirken her gün buraya gelmekdec niye? diyerek küçümser ünlü ressamı ( Bu arada Michelangelo ölmeden para kazanmayı başarmış ve övgüyü toplamış ender sanatçılar içindedir.)
Michelangelo hiç duraksamadan cevap verir;
- Benim bir şey ıspatlamak gibi bir niyetim yok. Ben her gün buraya yeni bir şey daha öğrenmek için geliyorum...
80 yaşındaki dünyanın parmakla gösterdiği bir yeteneğe sahip bir sanatçı, zayıflamış gözlerine rağmen her gün bilginin peşine giderken. Biz cebimizde bir diploma, ağzımızda ingilizceden bozma plaza cümleleri ile egomuzu göktelenlerde gezmeye çıkarıyoruz. Belki de öncelikli olan şeyi unutuyoruz; Hepimizin sadece etten ve kemikten bir insan olduğunu, bizi birbirimizden ayrıyan şeyin kartvizitimizdeki ünvanımız ya da maaş bordromuz değil insanlığa olan katkımız olduğunu...
Bu yazıda, yönetici ya da personel olarak kendini bulan arkadaşlara son bir söz daha söylemek istiyorum.
Yaşamınız boyunca her zaman ve her durumda; Hakkınızı da bilin, Haddinizi de!...
Oktay KENDİRCİ