Öz Eleştiri
Kendi içimizdeki kabahatliyi görmezden gelmek. Öz eleştiri yapmamak, yapmadığımız gibi hep karşımızdaki insanda suç aramak. Kurumsal jargonuyla proaktif davranmamak. Sözlük anlamı ile Proaktif davranış biçimini; karşılaştıkları sonuçlar için başkalarını suçlamak yerine sonucun müsebbibi (Osmanlıca bir kelime koyayım da havalı olsun :) Bu arada müsebbib; sebep olan,icad eden demek) olarak kendisini görür ve sonucu değiştirmek için ne yapılabileceğini düşünmektir.
Peki sizce bu yanlış davranış şeklini nasıl kazandık ? Bunun cevabını vermeden önce sizi çocukluğunuza götürmek istiyorum. Daha yeni yeni yürümeye başlayıp,dünyayı keşfetmeye başladığınız dönemlere kadar gidelim ve diyelim ki halıya takılıp düştünüz ( Hangimiz düşmedik ki) Ya da bir sehpaya/masaya çarptınız ( Bunu da başardık) bunlar gibi çocukluğa özgü hatalardan kaynaklanan kazalar geçirdiğinizde, ebeveynlerin büyük bir çoğunluğunun verdiği tepkiyi düşünün. Eğer halıya vurarak 'ıh ıh al sana pis halı' diyerek halıyı döven, Masanın kenarı ile kavga eden koca koca insanları aklınızda canlandırıyorsanız doğru yanlıştasınız demektir. Dikkatsiz şekilde koştuğu için, cansız bir nesneye takılan çocuk kabahatin kendi dikkatsizliğinden ve evin içinde koşturmasından kaynaklandığını öğrenmesi gerekirken, ebeveynleri tarafından kabahati başka bir şeyin üstüne atmayı öğrenir. Halı kabahatlidir,Kapı kabahatlidir,masa zaten kabahatli gelmiştir dünyaya. Daha sonra evde olmayan akraba,komşu çocuklarına atılmaya başlanır suçlar. İşin acı olan kısmı ise aile tarafından bu davranış pekiştirilerek devam eder. Daha sonraki yıllarda da bu davranış artık bir alışkanlığa, bu alışkanlık da karaktere dönüşecektir. 'Benim Türkçe dersim çok iyi ama matematikçi bana taktı' ile başlayan gelişim çağı sonrasında hakeme,eğitim sistemine, yöneticiye, alt kadroda olan personele, bir diğer departmana v.s v.s suç atmalar ile devam eder.
Böyle bir gelişim döneminden sonra, kendimizi geliştirme ve bu yönümüzü törpüleme imkanı bulamazsak eğer. İş dünyasında da bizi çok iyi süreçler beklemez.Profesyonel bir kariyer hayatı yerini 'ben çok çaba harcadım ama kimse kıymetimi bilmedi' deneyimlerine bırakır. Şirket ya da kurumlardaki kabahatliyi bulma işi bizi bir firmadan diğerine savurur durur. Bize verilen her geri bildirimi, yöneticinin şahsımıza olan takıklığına, işlerin iyi gitmemesini ve performans düşüklüğünü şirketin stratejilerine bağlamaktan başka bir şey yapmayız. 'Peki hiç mi şirket ve yöneticinin kabahati olmaz?' derseniz. Tabi ki olabililir ve oluyorda. Onlar için de aynı özeleştiri ve gelişim süreci geçerlidir. Yönetici önce kendine sonra ekibine daha sonra da paydaş departmanlara bakması gerekiken önce diğer departmanlarda suçlu arar sonra kendi ekibine. Ne hikmetse yöneticinin kendini eleştirme sırası da bir türlü gelmez.
Burada önemli olan başkalarının ne yaptığı değil, bizim kendimize,etrafımıza ve çalıştığımız kuruma ne yaptığımıza dönüp bakabilmemizdir. Karşılaştığımız olaydaki etkimizi, bize düşen rol ve sorumluluğumuzu iyi bir şekilde analiz ederek bu doğrultuda adımlar atmak. Basit anlamıyla yaşanan her olumsuzluktan kendimize ders çıkartmak bizim en asli görevimizdir. Eğer bunu başarabilirsek, bahanelerimizden kurtulup,sorundaki payımıza ve çözüm yollarımıza odaklanabilirsek, gelişimimize büyük bir katkı sağlamış oluruz. Maslow'un, ihtiyaçlar hiyararşisinde; 'Kendini Gerçekleştirebilmek' olarak tanımladığı adıma ulaşmanın bir basamağıdır öz eleştiri yapabilmek. Ya da her hata sonrasında karşımızdaki insanlara/departmanlara; Niye benden ötürü olacakmış 'tabi ki senden ötürü' demeye devam ederiz.
Ne demişse, güzel demiş Yunus;
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır.
Oktay KENDİRCİ